17 Şubat 2012 Cuma
İlginç Tarihi Olaylar
Arkeologlar tarafından İsviçre'de bulunan en eski ayak izi 5.200 yaşındadır.
Tuvalet sifonları milat önce 2000 yılından beri kullanılmaktadır.
Eski Mısırlıların kullandıkları yastıklar taştandı.
Dünyanın en uzun savaşı Hollanda ile İngilterenin kuzeyindeki Scilly adası arasında gerçekleşmiş ve tam 335 yıl sürmüştür. 1650 yılında adadaki kraliyet yanlılarına karşı Hollandalılar tarafından açılan savaş, tek bir kişi bile yaralanmadan, dalgınlığın farkedildiği 1985 yılında karşılıklı olarak sona erdirilmiştir.
Hristiyanların yılda en az bir kez günah çıkartması XIII. yüzyılın başlarında Latran konsilinde alınan bir kararla zorunlu kılınmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın sayısı bilinemeyecek kadar çok eşinden toplam 880 tane çocuğu vardı.
İlk ilkel prezervatif 1500’lü yılların başlarında kullanılmıştır.
1923'te Adolf Hitler'i Nazi Partisi'nin liderliğine getiren seçimde, Hitler rakibinden sadece 1 oy fazla almıştı.
100 Yıl savaşları 116 yıl sürmüştür.
Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa, ülkedeki tüm taksileri devraldı ve askerler cepheye bu taksilerle taşındı.
Mısırlılar'da, tırnağı koyu kırmızı başta olmak üzere kırmızının tonlarına boyamak aseletin simgesiydi. Toplumun alt kademelerine dahil olan insanlar ise ancak soluk renkler kullanbiliyorlardı.
Havadan çekilen ilk fotoğraf, Amerikan İç Savaşı sırasında bir balondan çekilmiştir.
Türkiye'de ilk uluslararası internet bağlantısı 12 Nisan 1993 tarihinde gerçekleşmiştir.
İncil’de kedilerin hiç bahsi geçmemektedir.
7. yüzyıl Meksika yerlileri Toltecler, düşmanlarını öldürmemek için savaşa tahta kılıçlarla gitmişlerdir
1.Dünya Savaşı sırasında askerlere sigara karne ile dağıtılmaktaydı.
Günümüz ordularına benzer ilk ordu M.Ö. 289 da Atilla tarafından kuruldu.
Kraliçe Victoria zamanında, kadınlar göğüslerini büyütmek icin çilek banyosu yaparlardı.
Geçtiğimiz son 3500 yılın, sadece 230 yılı savaşsız, barış içinde yaşanmıştır.
Tarihteki en kısa savaş 1989 yılında Zanzibar ile İngiltere arasında meydana gelmiş ve sadece 45 dakika sürmüştür.
1883 yılında, Endonezya’daki Krakatoa yanardağı patladığında, ortaya çıkan ses Amerika’nın eyaleti Texas’tan duyulmuştu.
1. Dünya Savaşı’nın ünlü pilotu Kızıl Baron’un gerçek adı Manfred Von Richtofen’dir.
1.Dünya Savaşı sırasında 13.700.000 kişi yaşamını yitirmiştir.
Fransa Kralı 14. Louis sudan nefret ederdi ve hayatında sadece 3 kez banyo yaptı.
Eski Roma’da erkeklerin ifade vermeden önce yemin ederken sağ ellerini testislerine koymaları adet olmuştu. İngilizcede tanıklık anlamına gelen “testimony” sözcüğüde buradan gelmektedir.
İskambil Kağıtlarındaki herbir K, gerçek bir kralı simgeler. Sinek K - Kral David; Kupa K - Şarlman; Maça K - Büyük İskender; Karo K - Julius Sezar''i sembolize eder......
Kurtuluş Savaşı sırasında en büyük desteği Rusya'dan alan Mustafa Kemal, savaş sonrasında ise ilişkilerini belli bir düzeyde sürdürüyordu. Çünkü Lenin'den sonra iktidarı ele geçiren Stalin, Rusya'yı keyfi bir şekilde yönetiyordu...
Yıl: 1936...
Atatürk her zamanki gibi Çankaya'daki akşam yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken, masadakiler sık sık Paşam, Ruslar şöyle ileri adımlar atıyor, ekonomide, sanayide, askeri alanda şöyle başarılı oluyorlar diye anlatıyorlardı.
Atatürk bunun üzerine yemeği bırakıp masanın üzerindeki içinde meyvelerin bulunduğu tabağı alıyor ve yere alacakmış gibi yapıyor. Masadakilere: "Eğer bunu yere bıraksam kaç parça olur?" diye soruyor.
"40 parça olurdu Paşam" diyorlar. "Hayır..." diyor Atatürk, soruyu yine tekrar ediyor, aynı cevabı alıyor. Bunun üzerine: "Bilemediniz..." diyor. Ve devam ediyor: "Biraz sabredin... Yurtta Sulh, Cihan'da sulha sarılın. Çünkü 60 yıl sonra Rusya 60 parça olacak. Bu nesil Bolşevik İhtilali yaptı. Kan kussa, kızılcık yedim der. Oğulları da babalarının istikametinde gider. Ama ondan sonraki nesil Rusya'yı 60parçaya böler..."
Şimdi Atatürk'ün bu sözleri söylemiş olduğu 1936 yıllarını şöyle bir hatırlayalım... Henüz daha II. Dünya Savaşı çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken, bu sözler söylenmiştir. Yani inanılacak gibi değil ama 1936'da 1990'ları anlatmıştır. Bunun tek bir izahı olabilir. Bu normal şartlarda açıklanabilecek bir mesele değildir. Eğer Atatürk'ün geleceği görebilen "Üstün Sezme Gücü" olmasaydı, böyle bir kehanetti bulunabilmesi mümkün olamazdı...
Gerçekten de Rusya'daki parçalanma, Atatürk'ün söylemiş olduğu gibi üçüncü nesilde meydana gelmiştir. Atatürk 1936 yılında Rusya'nın parçalanacağını söylerken ayrıntılı açıklamalarda da bulunmuştur:
"Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat, yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir, işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak... Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihîmiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir."
"Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır" diyen Atatürk kehanetlerine şöyle devam eder: "Türkiye 21. Yüzyılı şekillendiren Avrasya için bir kilit ülke konumundadır. Onlar bizi örnek alacaklardır. "
Atatürk'ün Türk Cumhuriyetleri için söylediği kehanetleri onaylayan Genel Kurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir; 4 Mayıs 1998 tarihli Sabah Gazetesi'nde "ATATÜRK GERÇEĞİ 65 YIL ÖNCE GÖRDÜ" başlığı ile yayınlanan demecinde şunları söylemiştir:
"Yeni Atlantik Girişimi toplantısında konuşan Orgeneral Bir, Türkiye'nin dış politika hedeflerini ve NATO genişlemesinin bölge dengeleri üzerindeki etkisini anlattı. Türkiye'nin artan önemine dikkat çeken Bir, "Türkiye 21'inci yüzyılı şekillendiren Avrasya için bir kilit ülke konumundadır. İlginç olan, Mustafa Kemal Atatürk'ün bu gerçeği 65 yıl önce görmesidir' dedi. Orgeneral Çevik Bir, Atatürk'ün SSCB'nin günün birinde dağılacağına ilişkin sözlerini de hatırlatarak, Türkiye'nin diğer Avrasya ülkeleri için iyi bir model olduğunu kaydetti......
İngilizler Çanakkale'de Anafartalar grubunu mağlup edip de cepheyi sökemeyince yeni bir harekete giriştiler. Cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Ancak oraya giden tek bir dar yol, harp gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an 38'lik gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyordu. Bir insanın değil, kuşun bile geçmesine imkan yoktu...
Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan askerler, bulundukları yerden çıkmakta tereddüt içindeydiler. Fırsat gözlüyorlardı... Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Atatürk bu hali görünce siperlere koştu. Askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçemiyorsunuz?"
İçlerinden biri cevap erdi. "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez." Bunun üzerine Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir..," dedi ve ileri fırladı.
Askerler durur mu, onlar da Kumandanları'nın arkasından ileri atıldılar. Toz duman ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar ve tepeyi tuttular. Mustafa Kemal'in ve yanındaki askerlerin vurulmadan o dar geçitten nasıl geçtikleri hiç bir zaman anlaşılamamıştır.... Sevgili okuyucular bu sadece bir kahramanlık öyküsü değildir. Bu kahramanlığın ötesinde büyük bir mucizedir... Ve normal şartlarda açıklanması mümkün değildir...
Mustafa Kemal yönettiği savaşlarda cephenin ateş altında sık sık dururdu. Siperleri dolaşarak hatta bazen öne çıkarak askerlerin moralini yükseltmeye çalışır, tüm gelişmeleri yakından takip ederdi.
Atatürk'ü karalayan bir yazar olarak bir hayli eleştirilen ve bir zamanlar kitabı Türkiye'de yasaklanan H.C. Armstrong bile "Bozkurt" adlı kitabında Mustafa Kemal'in mucizevi bir şekilde vurulamadığından bahseder:
Bir keresinde yeni kazılmış bir siperin dışında duruyordu. Avcılarımızın yoğun ateşi altındaydı. Bir İngiliz Bataryası da o sipere ateş açtı. Toplar menzili ve hedefi buldukça şarapneller gitgide daha yakınlarına düşmeye başladı. Vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmesi için yalvarmaya başladılar. Dürbünle görüyorduk. Fakat o sigara yakıp gayet sakin bir şekilde sigara içmeye başladı. Ne yakınında patlayan şarapneller, ne de yoğun avcı ateşi Mustafa Kemal'e bir şey olmuyordu. Çünkü O'nu vuramıyorduk.
O, zaman zaman eline bir tüfek alıp yoğun ateş altında, siperden dışarı çıkıyor, Avustralya siperlerine dikkatli, telaşsız ve isabetli atışlar yapıyordu. Bu kısa menzilde bile avcılarımız onu vurmayı başaramıyorlardı. Vurulmuyordu... Onu vuramıyorduk...
Bu inanılmaz gerçeği büyük bir şaşkınlıkla kaleme alan Armstrong, sonra şöyle devam ediyor: Sonra duyduk ki, Mehmetçik adı verilen Türk Neferleri bu inanılmaz olayı gördükten sonra Mustafa Kemal'e bir isim takmışlar: "Efsunlu Kemal..." Bu isim askerlerimizin moralini bozmuştu. Gelip soruyorlardı:
"Karşıdaki Türk Birliği'nin komutanı kim? O mu?"
"Hayır... Hayır..." diyorduk,
"O değil, O burada değil, sakin olun..."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder