Türk devletleri hiyerarşisi içerisinde ayrı bir yere sahip Osmanlılarda giysiler kişinin toplumdaki konumunu göstermekteydi. Giysinin rengi, biçimi, kumaşın cinsi, kıyafet sahibinin toplum nazarında yerini yansıtmaktaydı. Ayrı ırk ve dine bağlı kişilerin de kendilerine özgü ve birbirinden bağımsız kıyafet şekilleri vardı. Selçuklulardan sonra onun devamı olarak kendisini gösteren Osmanlı Devleti, giyimde de belli bir döneme kadar benzerlik arz eder. Özellikle hoşgörülü bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet'ten sonra İslam topraklarındaki toplum yansımasının genele yayıldığı görülür. XVI. yy. giysileri ve süslemeleri, İslam kuralları çerçevesi içerisinde kalmakla beraber yeniliklere de açık bir tutum sergilemekteydi.
Osmanlıda ise, I. Murat'la beraber, sistemli bir şekilde belirmeye başlayan devlet erkanı, Yeniçeri Ağası, Haseki, Ortabaşı, Çorbacı, Ulufeci, Sipahi, Akıncı, Vezir, Kaptan-ı Derya, Katip, Şeyhülislam, Bostancıbaşı, vb. birçok kademede kendini göstermiş, prosedür gereği giyinmişlerdir. Osmanlılarda XIV. yüzyılda erkekler çeşitli renkte sırma kumaştan üretilen elbiselerin kolları bileklere kadar dar ve uzun, içten ilik ve düğme ile kapatılmıştır. Elbisenin üzerine genelde kaftan giyilmiştir. Kaftanlar da saray kıyafetlerinin en önemlilerindendi. Bu dönemde sarık sarmak pek yaygın olmadığından Mevlevi külahı daha yaygın kullanılmıştır. XVI.yy da kırmızı mücevveze kullanımı yaygındı. Şehirlerin çeşitli yerlerinde sarıkçı dükkânları ortaya çıkmıştı. Asker takımı kesin olarak mücevveze sinden tanınırdı. Sadece Divanı Hümayunda değil dışarıda da kullanılırdı. Padişah Yıldırım Han zamanında asker bölüklerinin tanınmalarında hataya sebep olduğundan elbiselerinin çeşit çeşit yapılması uygulamasına gidildi. Padişah sipahilerine ve saray görevlilerine özel beyaz külah giydirilirdi. Devletin ve sarayın ileri gelenlerine, bunların adamlarına kırmızı börk giymeleri uygun bulundu. Fatih zamanında ise beyaz sarık sarmak yaygınlaştırıldı. Giyilen börklere çeşitli sırma nakışlarla süslenerek yeniçeriye has bir başlık haline getirildi. Yüksek rütbedeki devlet görevlileri ise kızıl börk kullanmakla beraber değişik süslerle çeşitlendirilmişti. Üsküf ise yeniçeri bölükbaşları arasında kullanılmakla beraber Sultan Murat zamanında ince altın işlemelerle süslenerek yüksek makam sahiplerinin giyimi oldu. Bazı seferlerde ve toplantılarda Osmanlı Padişahları üsküfü sultanlık tacı ederlerdi. Bunların yanı sıra Osmanlının daha sonraki dönemlerinde, dar uzun kollu ve dizlere kadar uzun boylu elbiseler gözde tutulmuştur. Elbisenin bele kadar olan kısmı düğmelerle kapatılırken, bel kısmına uygun şekilde kemer takılmıştır. Alt giysi olan bu elbisenin üzerine, kısmı açık ve kısa, arkası uzun, kolları dirsekte olan üstlük giyilmiştir. Sarığın külahın üzerine sarılmasıyla beraber tüylü sorguç takılmıştır.
Kadın giyiminde ilk göze çarpan ve sokak giyimlerinin en eskisi ferace olduğu anlaşılmaktadır49. Ferace, önü açık, beden olarak bol, dizlere veya topuklara kadar uzun, döneme göre değişen yakası, yanlarında dikey yırtmaç cepli, sokağa çıkarken giyilen, sokak giysisidir50. Hali vakti yerinde olan bayanlar iç çamaşırı olarak ipekten yapılmış ince kumaş kullanırlardı. Ev içerisinde ise pamuklu, cübbe denilen mintanlar kullanılırdı. Mintanların üzerine genelde ceket ve bunu da bele sarılan süslü kemerlerle kullanırlardı. Dışarıda Müslüman kadınlar sarı renkte "çedik" pabuç, gayri Müslimler de koyu renk ayakkabı giyerlerdi. Düğün günlerinde ise gelinler en değerli elbiselerini giyerek kıymetli takılarını ihmal etmezlerdi.
Döneminde Anadolu'nun hemen hemen her tarafını gezmiş olan XVII. yüzyıl ozanlarımızdan Karacaoğlan'ın şiirlerine baktığımızda o döneme ait, özellikle kadın giyimi ve süslemesiyle ilgili bilgiler göze çarpmaktadır. Bunlar daha çok Türkmen ve Yörük giyim kuşamına ışık tutmaktadır. Adıyla, rengiyle, kullanılış yeriyle tek tek kıyafetleri dolaylı yönden anlatmaktadır. Şiirlerinde anlatılan bir takım giysiler, süslemeler, şekliyle, rengiyle, malzemesiyle, günümüze kadar gelmişlerdir.
"Sevdiğim üstüne dört libas giymiş, Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz "
Karacaoğlan'ın bu dizelerinden anlaşılacağı gibi o yüzyıl içerisinde yaşayan bayanların giyinme biçimlerini, renk seçimlerini dile getirir.
"Üç gün oldu bizim evler göçeli,
Üç gün oldu Ceyhan suyun geçeli,
Önü al önlüklü, yüzü peçeli, Hanım kızlar yürüsün de gidelim "
Yukarıdaki dörtlükte de "yüzü peçeli hanım kızlar" derken bayanların peçe kullandıklarını anlatmaktadır. Peçe bir çeşit takının adıdır. Bazı yörelerde aynı takıya "perperi" denmektedir54. Karacaoğlan başka bir şiirinde ise;
"Sarı edik giymiş gocu dizinde
Arzumanım kaldı ala gözümde "
Sarı edik, sarı çizme Türkmen kızının ve gelinin şanındandır. Çizmesine gümüş, altın nalça takan gelin yürüdükçe kulaklarda hoş bir seda bırakır. Bahsedilen sarı edikler, çizmeler büyük bir inançla, yakın zamana kadar giyilirdi. Karacaoğlan şiirlerinde Türkmen kızı ve gelinlerini anlatırken giyilen önlüklerden, başa takılan çiçeklerden, altın çelenklerden de söz etmektedir. Türkmen gelinini anlatırken bir dörtlüğünde; Türkmen gelini başına al bağlar, alın üzerine yeşil çeker. Al renk gelinliği, yeşil ise soyluluğu dile getirir. Al ve yeşil Türkmen gelininin geleneklerine de uyar .
Yukarıda da anlatıldığı gibi kıyafetlerdeki her rengin kendine has bir anlamı vardı. Eski Türklerden beri süregelen matem rengi İslamiyet'ten sonrada Türklerde gelenek halinde devam etmiştir. Ancak İslam öncesi Türklerin, yası ifade eden renkleri siyah değil beyazdı. Orhan Bey zamanında Anadolu'ya gelen Arap seyyahı İbn-i Batuta bu eski Türk geleneğinin devam ettiğine şahit olduğunu yazmıştır. Yalnız, zamanla beyaz renk yerini siyaha bırakmıştır. Ne zaman ve ne şekilde değiştiği belli olmasa da 1520 yılında Yavuz Sultan Selim'in cenaze törenine K.Sultan Süleyman'ın siyah elbise giydiği bilinmektedir. Tahmini olarak bu geleneğin XV. yüzyıldan itibaren renk değiştirdiği düşünülmektedir56. XVI. yüzyılda kaleme alındığı tahmin edilen fakat Orta Asya Türk destanlarından izler barındıran Dede Korkut Hikâyelerinde de matem rengi, kara olarak belirtilmiştir. On iki hikâyenin her birinde, "al çıkarıp kara don giyme" söylemine sıklıkla rastlarız. Üçüncü hikâye olan Kam Püre oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinde tekfur elinde zindana düşen Bamsı Beyreğin esir olduğu ailesine ve nişanlısı Banu Çiçeğe bildirilince; bütün oba ve Beyreğin nişanlısı Banu Çiçek'te "al çıkarıp kara don " giymiştir.
En eski kültürü üzerinde barındıran ve devamlı topluluklardan biri olan Türkler; aşağı yukarı dört bin yıllık mazileri boyunca Asya, Avrupa, Afrika kıtalarına yayılmış büyük bir millettir. Bunun yanı sıra; Orta Asya'da ki anayurttan etrafa yaptıkları sürekli göç hareketleri, Türklerin nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir. Türkler bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla dünya tarihinde mühim rol oynamışlardır. Bütün toplumlar için genel kültür unsurları aynı olduğu halde kuşaktan kuşağa geçen kültür mirası, aynı kültür unsurları içerisinde toplumdan topluma farklılık gösterir. Bu tarihteki Türk devletlerinde de böyle olmuştur. Giyim kuşam da buna en güzel örneklerden birini teşkil eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder