Pages

9 Mayıs 2013 Perşembe

Ayasofya Nedir Dikili taş ve Anlamı Nedir ?

Bir tablo dan ve Ayasofya dan bahsetmek istiyorum Osmanlı imp. Son saray ressamı Fausto Zonaro (1854-1929) tarafından yapılmıştır Meslek hayatına duvarcı çırağı olarak başlamış İtalyan bir Yahudi’dir Tabloda kendini de resmetmiş olarak görmektesiniz .İstanbul’un fethinde kendisini elinde bir mavzerle yeniçeri olarak resmeden ressam bir işaret bırakmış olabilir mi? şöyle ki tokalı giriş neden 19 tane sütunlu girişin anlamı nedir Tevrat’ın 19sırrı acaba nedir Neden bütün yeni çeri askerlerinin elinde balta mızrak varken Zonaroda mavzer var ve hangi yöne bakıyor göz neden kapalı Dikili taştaki gözlerden neden sadece Ayasofya’yı gören gözün çizimi tam acaba her şeyi gören gözmüdür. Dünyada kaç adet dikili taş vardır ve nerelerdedir herşeyi gören göz onlarda nereye bakmaktadır Ayasofya’daki deisis mozaiği Hz. İsa yerine acaba Apollo olabilirmi .Sağ kaşının üzerindeki yara izi 11 sayısının işaretimdir 

Deisis Mozaiği’ndeki Hz. İsa değil
1264’te İstanbul, Haçlıların elinden kurtarılıyor. Bundan sonra, Ayasofya’nın içinde Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikteki İsa figürü ABD’li araştırmacı Roberto Solarion’a göre, gerçekten İsa değil, Kemerhisarlı (Tyana’lı) Apollon. (Hatırlanacağı gibi Tempo Ocak 2005’te Aytunç Altındal’ın bu konuda bir kitap hazırladığını duyurmuştu. Kitap, nisan ayında piyasaya sürüldü.) Bunun ispatı ise mozaikteki İsa figürünün sağ kaşının üzerindeki yara izi. İz, 11 sayısına işaret ediyor. Pisagorcu tarikat üyesi Apollon’da da bu iz var. Figürün Apollon’a ait olmasının nedeni ise paganların Anadolu’da zorla Hıristiyanlaştırılırken, İsa’nın resmini yapar gibi görünseler de, Apollon’un resmini yapmaları
Deisis Mozaiği’ndeki Meryem Ana değil
Mozaikteki Meryem figürü, ellerini İsa’ya doğru uzatmış vaziyette. Oysa Hıristiyan şeriatına göre yapılan resimlerde Meryem’in ellerinde İncil ya da İsa olması gerekiyor. Dolayısıyla bu figürdeki Meryem, ‘anne’ değil Mecdeli Meryem olarak da bilinen ve Hz. İsa’nın eşi olduğu varsayılan kadına ait.
921 yıl kilise, 481 yıl da cami olarak hizmet gören Ayasofya, gerçekten çok etkin bir bina. İçeri girildiğinde insan ister istemez yüzyılların ağırlığını hissediyor. Bu dev yapı büyüklük yönünden Dünya'da dördüncü, kubbe yüksekliği yönündense beşincidir. 

 Yüzyıllarca Hıristiyan Ortodoks Kilisesi' nin yönetim merkezi olan Ayasofya'ya Osmanlılarda çok önem verdiler. Bu önem onun maddi ve manevi varlığını büyüttü. Çeşitli mitler, öyküler, inançlar üst üste yııldı. Gerçi, Dünya'nın
birçok yerindeki ünlü ibadethanelerin kendilerine göre mitleri vardır. Yapım zamanlarının eskiliğine göre, çeşitli garip inançların hedefi olmuşlardır. Fakat Ayasofya'nın bu alandaki ünü çok fazla. Onun her yanı garip öykülerle dolu... 
Diğer gizemler ve efsaneler Maketini arılar yaptı
Ayasofya birçok kereler yapıldı ve yıkıldı. En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu. M.S. 532 yılındaki bu isyan sırasında Ayasofya Bizans İmparatoru Justinyanus kiliseyi yeniden yaptırmaya karar verdi. Yapacak mimarı bir türlü bulamadı. O günlerde çok ilginç bir olay oldu. Bir dini ayin sırasında elindeki kutsal ekmekçiği bir arı kapıp kaçtı. İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödüller vaat etti. Sonunda birisi bulup getirdi. Hayretle gördüler ki, petek mabet maketi şeklindeydi. Mabedin mihrap yerinde de kutsal ekmek duruyordu.
Beyazlı delikanlının getirdiği altın
Sonra yapım başladı. Sıra kubbeye geldiğinde para bitmişti ve durmak zorunda kaldılar. İşte tam bu sırada, beyazlar giymiş bir delikanlı ortaya çıktı. Beraberinde çuvallarla yüklü katırlar da getirmişti. Delikanlıyı, İmparator Justinyanus'un huzuruna çıkardılar. İmparator çuvalların içindeki altını görünce, şaşkınlığını gizleyemedi.
Justinyanus buna çok sevindi. Olayı yakınlarına anlattı. Fakat tılsım bozuldu. Beyazlı delikanlı bir daha görünmedi...
Mimar kaçıyor
Duvarlar kubbe seviyesine gelince bu defa, mimarbaşı ortadan yok oldu. Roma'ya kaçtığını öğrendiler. 7 yıl sonra mimar, Roma'daki işini de yarım bırakıp tekrar İstanbul'a döndü. İmparator, mimarbaşını görünce çok kızdı. Fakat mimarbaşı ona şöyle dedi:
"Bu koca yapının temelinin çok sağlam olması gerekir, eğer kalsaydım acele ettirecektiniz ve yapının sağlamlığı tehlikeye düşecekti."
Ayasofya'nın yapımı, 40 yıl sürdü. Büyük kubbenin üzerine altın bir haç takıldı. Bu haç o zamanlar öyle parlaktı ki, güneş vurunca, ışığı Alemdağ'dan,hatta Istranca Dağlanrından dahi görülüyordu. 
Yılanlar imparatoriçenin cesedini yiyorlar
Justinyanus'un karısı İmparatoriçe Thedora,
güzelliğinden başka bir şey düşünmeyen çok günahkâr bir kadındı. Ölünce yılanların kendisini yiyeceklerinden çok korkuyordu. Bu nedenle kurşun bir lahit yaptırdı ve kilisenin büyük kapısı üzerine gömülmesini emretti.
Ancak efsaneye göre iki yılan, lahitte delikler açarak içeri girdiler ve cesedi yediler. Şimdi Ayasofya'nın giriş kapısı üzerinde görülen delikler yılanların açtığı delikler olarak kabul edilir.
Terleyen direk
Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun var. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı.
İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor...
Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş...
Terlemenin nedeni... 
İnanca göre, Ayasofya'nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca, 300 rahip Mekke'ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu Mekke toprağı ile karıştırıp,bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden "terlediğine"inanılıyor.
Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber, parmağım Ayasofya'daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke'ye yöneltmiş yani 
Kıbleye çevirmiş
Terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü, görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş.
Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği, en geçerli bilimsel açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor...
Kuyudaki şifalı suAyasofya'nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var. Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya geli}, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi.
Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir ***** sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli.
Bu suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!
"Tabuta dokunursanız, Ayasofya yıkılır"yasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor.
Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor. Çünkü tabuta el sürü-lürse-jbüyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş. 
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. 
İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış

 Esrarengiz kapılar

Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş.
Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış...
Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış... 
Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.
Gizli ayin
Bir başka olay Kanuni Sultan Süleyman döneminden. Gece bir derviş grubu camiye ibadet etmek için geliyormuş. Uzaktan Ayasofya' nın bütün ışıklarının yandığını görmüşler, içeriden ilahi sesleri geliyormuş.
Dervişler korkup içeri girmemişler, olay padişaha iletilmiş. Kanuni adamlarıyla bizzat gelmiş ve dışarıdan olayı aynen görmüş. Sonra içeri girilmesini emretmiş ama içeri girenler kimseyi bulamamışlar. Her yer kapkaranlıkmış. Bu da Ayasofya'nın, halk deyişiyle, pek tekin bir yer olmadığına işaret eden bir efsane... 
Ayasofya'nın mucizelerinin sonu gelmiyor
Büyük kıble kapısının kanatlarının Nuh'un gemisinin tahtalarından yapıldığı bir diğer inanç. Eskiden deniz seferine çıkılmadan önce, yolcular bu kapıya gelir, dua eder ve Hz. Nuh'tan yardım dilerlermiş...
Ayasofya'nın hikâyesi bundan ibaret değil. Birçok defa yıkılıp, sonra yeniden yapılan bu güzel yapının tarihi, insanoğlunun Dünya'daki serüveninin küçük bir parçası sanki...
Avarlar, Ayasofya’nın altınlarını alıyor
Avarlar, 575 yılında Roma’yı kuşatıyor ve Papa 1. Benedictus, fidye vererek kendini kurtarıyor. Ama Avarlar, 614-619 arasında bu kez İstanbul’u kuşatıyor. Patrik Sergius, Ayasofya’daki kutsal ama altından olan ne varsa erittirip para haline getirerek Avarlar’a veriyor. Avarlar, bir miktar da Bizanslı kadını alarak kuşatmayı kaldırıyor.

Arapları Meryem Ana püskürtüyor 
714 yılında Araplar yine geliyor ve 718’e kadar kent muhasara altında kalıyor. Bu sırada imparator, “Herkes eline haç alsın, surların etrafında dolaşsın; bu bizi koruyacak” diyor. Patrik de “Meryem Ana ikonalarını alın ve dolaşın; asıl bu bizi koruyacak” diyor. Gerçekten de Meryem Ana’nın gebe kaldığı 15 Ağustos günü, Araplar kuşatmayı kaldırıyorlar. İmparatorun gücü sıfıra iniyor. 

Hz. Muhammed’in tükürüğü Ayasofya’yı koruyor
Bizans sanatı konusunda sayılı uzmanlardan İngiliz Anthony White’ın aktardığına göre, Hz. Muhammed’in peygamber olduğu dönemde Ayasofya’nın küçük kubbelerinden biri çöküyor. Tamiratta başarısız olan Bizanslılar, Peygamber’e elçi gönderiyor ve “Yeniden yerine oturtabilmek için ne yapmalı?” diye soruyorlar. Hz. Peygamber özel taşlar, kum ve bir de kap içinde kendi tükürüğünü gönderiyor. Tükürük harca karıştırılıyor. O kubbeye bir daha hiçbir şey olmuyor. 
Ortodokslarla Katolikler Ayasofya’da ayrılıyor
1054 yılında papanın temsilcisi Kardinal Humbold, patriğin yönettiği ayin sırasında Papa’nın patriği aforoz ettiğini bildiren fetvayı açıklıyor. Ayin bozuluyor, kargaşa çıkıyor. Böylelikle Ortodoks ve Katolik kilisesi, birbirine darılarak temelli ayrılmış oluyor. Ayrılık 911 yıl sürüyor. 1967’de 6. Paul, İstanbul’a gelerek dargınlığı sona erdiriyor. 
Hristiyanların Kutsal Emanetleri çalınıyor
1204 yılında Haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’da ne kadar kutsal eser varsa hepsini kaçırıyor. Geçen yıl Vatikan, jest yaparak kutsal emanetlerden bazı bölümleri geri verdi. 
Kutsal Kâse aslında Ayasofya 
Kutsal Kâse, aslında Hz. İsa’nın içit kabı değil, ‘dişil prensip’i temsil ediyor. Bu prensibin adı ‘Sofya’. Yani Kutsal Kâse’nin kendisi Ayasofya ki, Hıristiyanlık inancına göre bütün kiliseler rahim örnek alınarak yapılıyor. Bunların en kutsalı da yani ‘Kutsal Kâse’ de Ayasofya.
Bizans’ın ilk gizli teşkilatı Ayasofya’da kuruluyor 
Mikail Cellius adlı bir filozof, Bizans’ın ilk gizli teşkilatını Ayasofya’nın mahzenlerinde kuruyor. Aynı mahzenler, aynı zamanda Gnostik Hıristiyanların gizli kitabı Picatriks’in de çevirilerinin yapıldığı mekân. 

 İlk düz haç Ayasofya’da kullanılıyor
Hıristiyanlar, İmparator Jüstinyen döneminde Akhineton Haçı adı verilen şekli bırakıyor ve düz haç modeline geçiyor. Bu da ilk kez Ayasofya’da kullanılıyor.
Çapraz Haç’ın anlamı 
Aziz Andre’nin üzerinde idam edildiği haç, çapraz formda. İstanbul’daki kilisenin kurucusu sayılan Aziz Andre’nin anısına tavana çapraz haç motifi işlenmiş.
Dandolo İstanbul’u alıyor ve ölüyor
Latin komutan Henricus Dandolo, Papa’nın çağrısı üzerine İstanbul’u almak zorunda kalıyor. Bizanslıların tehdidi oldukça ilginç: Eğer bu kenti alırsan ölürsün. Dandolo kenti alıyor ve ölüyor. Mezarı halen Ayasofya’da. 
Ayasofya kiliseye hiç ait olmadı
Ayasofya kilisenin malı değil. Çünkü mekân imparatora ait kabul ediliyor. Dolayısıyla 1453’te Fatih Sultan Mehmet de Ayasofya’nın değerini ödeyerek bir vakıfla kendi üzerine geçiriyor. Daha sonra da padişahların malı olarak devam ediyor.
Ayasofya’daki Hermetik semboller
Dört balık: Tavandaki dört balık sembolü aslında dört Gospel’e atıf. Balık, iman anl***** geliyor. Bu İsa’da bütünleşmiş olan imanı temsil ediyor. 
Baklava
Bu şekil, eğer yuvarlak olsaydı kainat anl***** gelecekti. Oysa baklava motifi yeryüzü anl***** geliyor. Yeryüzünün merkezinde haç, haçın merkezinde de İsa var. 
Mantra ve sekiz köşeli yıldız
Sekiz çeperli gül, aslında mantrayı temsil ediyor. Çevresindeki sekiz köşeli yıldız ise kainatın sekiz köşesi olduğunu gösteriyor. Bunlar asıl olarak paganik semboller. 
Diğer Hermetik semboller
Daire, kainat anl***** geliyor, etrafında da minik noktalar var; onlar da yıldız demek. Bu, aynı zamanda şifa sembolü. Kenarlardaki defne dalları da Hermetik öğretiye ait. var. Aradaki haça benzer figürler de bir nevi Hermetik takıyye.
Vikingler de Ayasofya’da
İkinci kat balkonlarından birinde, Vikingler’e ait Rune alfabesiyle yazılmış yazılar bulunuyor. Bu en mistik yazı tarzlarından biri olan Elgir Rune’u. Aynı yazılardan, bodrumdaki mahzenlerde de var. 
Ayasofya’ya ait efsaneler 
Sekizinci sütun altında Hıristiyanlığın en büyük değerleri saklanıyor iddiası tamamen asılsız. Çünkü Haçlı orduları bunların hepsini çalmış. Hz. İsa’ya ait gerçek haça ait parçalar ise 640 yılında imparator Heraklios tarafından Kudüs’e gönderilmiş. Aynı şekilde mahzenlerin altındaki tünellerden Kınalı adaya kadar bir tünel uzandığıda söylenir...

Ayasofyanın dış yüksekliği,Haliçin sırrı,3 leme teslis,3gizli kitap.............diyede gidiyo


Bir küçük röpotaj alıntısı...............


Aytunç Altındal

Ayasofya Nedir?, Ne Değildir?

Kiliselerin ana rahmi örnek alınarak inşa edildiğini, bunun mason mabetlerinde de uygulanan bir prensip olduğunu, Sophianın dişil prensipe denk düştüğünü öğrendiğinizde, Papanın Ayasofyayı ziyaret ederek ana rahmine geri döneceğini düşünür müsünüz! Orası hem Hıristiyan hem Müslüman âleminin ortak haz noktası... Vatan Gazetesi'nden Devrim Sevimay, Papa uzmanı araştırmacı-yazar Aytunç Altındalla Ayasofya'yı gezdi ve ilk kez duyacağınız çok önemli ayrıntıları konuştu. İşte hakkında çok konuşup, çok bağırıp-çağırıp, ama ruhuna ilişkin pek az şey bildiğimiz Ayasofya: 
Şimdi biz aslında üçüncü Ayasofyanın bahçesindeyiz, değil mi?
Tabii, ilki, imparator Konstantinosun oğlu Konstans tarafından 360 yılında yapılmıştı. O zamanlar böyle değil tabii. Düz bir bazilika! Ahşap! İçinde kubbe falan da yok. Ama halkın ayaklanması sırasında yıkılınca bu kez ll. Theodsius tarafından 415te ikincisi yapıldı. Nika ayaklanmasında bir kere daha yakılınca, bu kez de Justinianus, 537de üçüncüsünü yaptırdı. Ve tabii ilk Ayasofyayla da alakası kalmadı.
Ama bu karşımızda duran da son Ayasofya değil ki zaten... Dört minare sonradan eklenmiş, deprem yüzünden dış destekler konmuş, içine kütüphane, dışına mektep, türbeler yaptırılmış vs. Yani aslında sonradan eklenenleri çıkartırsak, kalan kırmızı kutunun adı Hagia Sophia?
Zaten burasının ilk adı Ha Megala Ekklesia. Yani Büyük Kilise. Ancak 450 yılında yapının kadına adanması için, yani dişil prensip için, adına Sophia deniyor. Çünkü Hıristiyanlıkta erkekte akıl, kadında hikmet vardırprensibine inanılır. Sophia aynı zamanda Logos demek, Logos da İsa Mesih demektir. Hagianın anlamı da Hikmet tir. O yüzden Hagia Sophiayı Kutsal Hikmet diye anlamak daha doğru olur. 

Solumuzdakiler birinci Ayasofyanın kalıntıları galiba?
Evet, bunlar 360daki Bazilikadan kalanlar. Çok değerli parçalar. Şimdi girelim içeri... 
(Ayasofyanın gölgesi eşliğinde binanın Batı tarafındaki kapıdan içeri giriyoruz.)

Buraya dış narteks mi deniyor?
Daha önemli bir şey var burada. (Ne olabilir ki diye her iki ucu da içeri açılan boş, uzun, mermer koridora bakıyoruz.) Bütün kiliseler ana rahmi örnek alınarak yapılır. Kilise rahimdir. Dolayısıyla girişinde evvela bir döl yatağı, sonra yumurtalık, dibinde de Meryem ve İsa, yani çocuk vardır. Bu, aynı zamanda bütün mason mabetlerinde de uygulanan bir prensiptir. Şimdi buna dikkat ederek gidelim.

Yani şimdi mimariye göre iç narteksin eşiğindeyiz ama aslında teolojiye göre döl yatağında yürüyoruz?
Aynen öyle.

KİLİSE ANA RAHMİDİR... 
Şu ortadaki büyük kapıdan imparatorlar girermiş?
Ee haydi biz de oradan girelim, biz de imparator olalım bari. (Gülerek giriyoruz, ama salondan adımımızı atar atmaz önce bir, her zamanki ve herkes gibi büyülenerek kalakalıyoruz. Sanki arzın merkezi burası, diyoruz. Sonra Altındal devam ediyor...) Burası büyüktür, ama İtalyada, İspanyada çok daha görkemli kiliseler de vardır. Fakat şimdi dikkat! Bak, şu koridordan girdik, bu bulunduğumuz yer yumurtalık ve bak Doğuya doğru toparlanıyor ve işte en uçta da bebek, yani İsa duruyor.

Evet, görsel olarak çok enteresan, ama bunun bir Hıristiyan için önemi ne?
Bir Hıristiyan ancak kiliseye girdiği zaman Hıristiyandır. Bunu bilmeyenler, Hıristiyanlar için Dışarıda ne biçim dolaşıyor bunlar falan der. Oysa kilise ana rahmidir onlar için. Buraya geldiklerinde tekrar ana rahmine girerler, her defasında tekrar Hıristiyan olurlar. Bu yüzden de kilise içindeki bir Hıristiyanla dışındaki Hıristiyan çok farklıdır. 

Bu konuşmaya tam şu 55.6 metrenin altında devam edelim mi? 
(Bir iki adımda kubbenin altına, içerideki inşaat iskelesinin yanına varıyoruz) Salonun boyu da 135 metredir. Yani 100 metre koşusu yapsan, bitiremezsin.

Mimar Sinanı hırslandırdığı kadar var değil mi?
(Altındal başı yukarda, kendi çevresinde dönerek panoramik Ayasofya bakışı attıktan sonra yanıtlıyor.) Olmaz mı? Enteresan bir şey söyleyeyim; Ayasofyayı yapan iki usta da...

Aydınlı?
Biri Aydınlı, biri Miletli, ama başka bir şey diyeceğim. İki usta da mimar değil, mekanikçi. Yani tamamen mekanik bilimini kullanarak yapmışlar. Başka türlü, sadece mimarlıkla falan imkânı yok bunu yapmanın. Tamamen mucizevi bir yapı bu. Fransada buna benzer büyük bir katedral vardır mesela; o 80 senede tamamlanmış. Bu kaç senede biliyor musun? Beş sene dört ay! Bugün dahi beş senede böyle bir binayı yapamazsın. 

Sinanınki ne ilginç bir sevgi değil mi? Burayı geçmek için Süleymaniyeyi, Selimiyeyi yapıyor, ama bir yandan da Ayasofyayı korumak için uğraşıyor. Depreme karşı dışarıya öyle dış destekler yapmış ki, mesela o hesaplarının sırrına hala erişilemiyormuş? 
Sinan da biliyor tabii burasının muazzam bir yer olduğunu. Tam bir kişisel dehanın ürünü. Ayasofya için Doğu-Batı sentezi denir, yok öyle bir şey. O zamanlar daha Batı diye bir şey yok ki; Paris denilen yerde Ren geyikleri dolaşıyor. Sentez mentez değil, tamamen bir dehadır Ayasofya.

PEYGAMBERLERİN ADLARI... 
Aslında 19uncu yüzyılda tutup Kazasker Mustafa İzzetine şu kubbedeki İsa figürünün üzerine Kurandan yazdırılması; yine ona şu panoların astırılması...
O panoların çapı 7.5 metre ve üzerlerinde Allahın, Peygamberin, halifelerin, Hasan ve Hüseyinin adları yazıyor.

Evet, ve tabii bir de demin girişte saydığım eklemeler... 
Hepsinin tersi de İspanyadaki Cordoba Camii, kiliseye çevrildiğinde orada yapıldı. Buna irredentizm denir. Fetihçilik yani...

İyi de burayı alan Fatih; ama o sadece bir tuğla minare diktirmiş, içeriye de mahfil yaptırmış, o kadar?..
Bir de mozaiklerin üzerine hafif bir alçı sürdürüyor Fatih... Hem korumak için hem de İslam dinine uydurmak için. 

Oysa bugün bile olsa mozaikleri kazıtırlardı, ama o kazıtmıyor, tam tersi koruyor...
Aslına bakarsan şuraya sonradan konmuş vitraylar da (Üzerinde Kurandan yazıların olduğu pencereyi gösteriyor) Protestan geleneğidir ama koymuşlar işte. İyi ki bu soruyu sordun. Çünkü burası çok mühim. Hiç bilinmeyen bir taraf bu. Ayasofya Patrikhanenin bir kilisesi değil. Bu kilise İmparatorun taç giyme kilisesi ve sahibi de bizzat kendisi. O zamanlar Patrikhane bugünkü Fatih Camiinin bulunduğu yerde, burasıyla alakası yok.

AYASOFYA FATİH SULTAN MEHMET'İN MALIDIR 
Ne önemi var bunun?
Bak ne önemi var: Bir imparator bir imparatoru yendi mi, onun ne kadar malı varsa hepsi kazanan imparatorun üzerine geçiyor. Çünkü imparatora ait olanlar imparatora, kiliseye ait olanlar kiliseye. Dolayısıyla burası direkt Fatihin olmuştur. Bunu Papa dahil herkes Fatihe söylemiştir; Ayasofya artık senin, demişlerdir. Bir şartla. İslamda bir gelenek var. Eğer kutsal bir mekânı üzerine geçirtiyorsan, alın terine mahsuben ona sembolik bir para ödemen lazım. Fatih de bu bedeli ödüyor ve burayı vakfiye haline getiriyor. Ayasofyanın kime ait olduğunun hikâyesi de budur.
(Bu sözü de böyle bağladıktan sonra hafif olsun da çökmesin diye Rodostan getirilmiş, tüflü tuğlaların ördüğü, çapı 31.8 metreyi bulan görkemli kubbenin altında ayrılıp artık müzenin kuzeyine doğru ilerliyoruz. Hiçbir önemi yok, ama hatırlatalım; Selimiyenin çapı 31.2 metre.)

İnsanlar Ayasofyadan çok, burada dilek dilemeye geliyorlar sanki?
Güya Fatih elini sokmuş da, dilek dilersen olurmuş da vs. vs. Gelin şimdi size Kuzeydeki galeride bulunan 5inci yüzyıldan kalma Viking yazılarını göstereyim. Bunu ben ve bir İrlandalı ortaya çıkarttık. Buraya kadar bir hazine aramak için gelip tutsak olmuşlar. Vikinglerin İstanbula kadar geldiklerinin kanıtıdır. 

Ama biz önce Güney galerisine gidelim mi; Deisise bakmaya?..
Peki gidelim. (Altındalla birlikte mahzenvari bir rampadan doğru yukarı çıkıyoruz. Tabii Aynısı kuzey kısmında da var.) Bu yolu niye merdiven değil de rampa yapmışlar biliyor musun? Askeri malzeme taşınabilsin diye...

HIRİSTİYANLAR İÇİN ÇOK KRİTİK BİR MOZAİK 
Çok kan ve gözyaşı görmüş müdür bu mabet?
Hem de nasıl. Katolikler, 1204te işgal ettiğinde ne kadar Ortodoks kutsal kadın varsa hepsine burada tecavüz etmiş ve öldürmüş. Çok da dua almıştır ama Ayasofya... Vakfiye olduktan sonra yüzbinlerce aç insan burada karnını doyurmuş. (Bu arada üst kata varmış oluyoruz. Biraz soluklandıktan sonra devam ediyor Altındal.) Evet, işte Hıristiyanlığın erken döneminde kadınlar bu galerilerde, erkeklerden ayrı ibadet ediyormuş. 
(Adımlarımız bizi hemen 721 yaşındaki Deisisin önüne götürüyor.)

Duvara işlenmiş figürde solda Meryem, ortada Hz. İsa, sağda vaftizci Yahya üçlemesi duruyor) Bu mozaiğe bakınca, siz neler görüyorsunuz?
Birincisi bu a-tipik bir mozaik. Yani bilinen dini mozaiklerdeki İsa tipine benzemiyor. Dolayısıyla aslında buradaki kişi, İsa kisvesi altında gerçek Hıristiyanlığı ilan eden Tyanalı (Niğde-Kemerhisar) Apolloniustur. (Altındalın AİHMdeki bir dava dosyasına da giren kitabında bu konu ayrıntılı bir şekilde işleniyor.) Kaşındaki 11 izi çok önemli bir delil. Ayrıca Deisisteki kadraj da farklı. Figürlerin başları hep İsadan aşağıda çizilir ama Deisiste Meryem ve Yahyanın kadrajı İsayla aynı. Teslisteki Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesinden çok farklı bir izah var burada. O yüzden bu mozaik Hıristiyanlar için çok kritiktir.
(Artık ayrılma vakti geliyor. Altındalla Güneydoğudaki çıkış kapısına doğru yürürken son soruları soruyoruz...)

Burası Hıristiyanlar için Kudüs kadar önemli mi?
Hayır, değil. Çünkü demin anlattığım gibi burası Kilisenin değil, İmparatorluğun malı. Ama tabii imparatorsuz da Hıristiyanlık yok. O yüzden Ayasofyanın önemi şu: Ayasofya Hıristiyanlık dininin Kabesi gibi bir şey. Bu Ortodokslar için de, Katolikler için de, Protestanlar için de böyle. Hıristiyanlık ilk defa burada bir devletin resmi dini oluyor.

Katoliklerle ne zaman kavgalı oluyorlar?
1054te Ayasofyada dini bir ayin yapılırken, Papanın temsilcisi Kardinal Humbert geliyor, minberdeki patriğin önüne bir fetva koyuyor. Diyor ki, bunu okuyunuz. Dini töreni bozuyor yani. Alıyor patrik okuyor; Papa tarafından aforoz edildiğini, yani Hıristiyanlıktan atıldığını öğreniyor. Bunun üzerine Ortodoklar da diyor ki, Biz de Papayı aforoz ettik. Bu olaydan sonra ilk kez bir Papayla Fener Rum Patriği 30 Kasımda bir Ortodoks ayininde bulunacak. Böylelikle bu aforoz ortadan kalkmış olacak, yani Kardeş Kiliseolacaklar. 
(Kapıya yaklaştıkça dışarıda müzeye girmeyi bekleyenleri görüyoruz.)

Aslında şu anda kimileri içinden Bismallah çekerek kimileri de gizlice İstavroz çıkartarak giriyor içeri değil mi?
İçlerinden ne yaptıklarına karışamayız ama burada kimse dini tören yapamaz, o kesin.

Yani müze olması en iyisi?
Bulunabilecek en iyi çözüm!

Ama tekrar cami yapılmasına yönelik kurulan dernekler var; sonuncusunu da Sevgi Erenerolla Kemal Kerinçsiz kurdular?
Sağlıklı bir şey değil o. Kaldı ki zaten bir sürü dernek var. 

Son soru: Sizce bizler gerçekte Ayasofyayı mı seviyoruz, yoksa sadece Ayasofyaya sahip olmayı mı?
Şöyle diyelim; kişi eşiyle evli olmaya mı seviyordur, yoksa sadece evli olmayı? Bunun yanıtı her meşrebe göre değişir.

SÜTUNLAR ARTEMİSTEN... 
Bu yeşil sütunlar Artemis Tapınağından gelmiş, değil mi?
Libyadaki Artemisten ama... Beyazlar da Mısırdan... Burada 107 sütun var. 47si alt mekanda, 60ı yukarıda. Şu mermer küp ve vazolar da Bergamadan...
İnanışa göre, Fatih İstanbulu fethettiğinde bazı papazlar şu öbür taraftaki Güneydoğu duvarından çıkıp gitmişler, Ayasofyayı geri aldıklarında da tekrar buradan döneceklermiş?
(Altındal kahkahalarla gülüyor) Bir de o duvardan geçen papazların harmanisi çok mühimdir. 1919da burasını Yunanlılar işgal etmek istediklerinde de o harmaniyi getirmişler. Bakın getirdik harmaniyi, burayı alacağız diye... Üstelik 15 bin kişilermiş. Ama Yüzbaşı Çerkez Şükrü Bey çıkıp, Bir adım daha atarsanız etrafı sardırdığım tüm dinamitleri patlatırım, burayı da havaya uçururumdemiş. Olay orada kapanmış tabii.
(Bu arada imparatorluk askerlerinin devamlı nöbet tutmasından dolayı yerde meydana gelen minik çökmelerin üzerinden geçerek müzenin kuzeybatısındaki ünlü, nemli sütuna geliyoruz.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder