Pages

28 Şubat 2012 Salı

KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI

18 Mayıs 1944 tarihi insanlık tarihinin en büyük facialarından birinin tarihidir. Dünyanın en büyük soykırımlarından biridir. Dünyanın en büyük hayvanı, insanlıktan nasibini almamış Stalin denen insanlık kasabının yaptırdığı yok etme icraatlarının sadece bir tanesidir. 

Türkiye’den sadece 300 km. kuzeyde, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Kırım yarımadası, asırlar boyu Türk ve Müslüman olan KIRIM TATARLARININ vatanıdır.



Kırım yarımadasına 4. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlayan Kırım Türkleri, Hazar İmparatorluğu ve Altın ordu İmparatorluğunun bir parçası olarak yaşamış, Altın ordu Devletinin yıkılmasıyla birlikte 1441 yılında Hacı Giray’ın önderliğinde ilk devletlerini kurmuşlardır. 1454 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın desteği ile Cenevizlileri yenmişler. Osmanlı Devleti’ne ittifak yolu ile bağlanan Kırım Hanlığı, uzun yıllar kudretli ve kuvvetli bir devlet olarak dünya siyasetinde yerini almıştır. Kırım Hanlığı orduları 300 yıl boyunca üç kıtada Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte savaşmış, Kırım Türkleri bu süre içinde huzur ve güvenle yaşamışlardır. Bu süre içinde Moskova’ya seferler düzenlemişler, Ruslara kan kusturmuşlar ve Rus’un korkulu rüyası olmuşlardır. Osmanlı Orduları ile savaşlara katılarak zaferlere müşterek imzalar atmışlardı.



Rusya’nın gelişmeye başladığı dönemlerde Osmanlı Devleti güç kaybederken çıkan Osmanlı-Rus savaşı sonunda, 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı’dan kopartılarak önce bağımsızlaştırılmış, dokuz yıl sonra 1783’te de Rus Orduları tarafından işgal edilmiştir.

Kırım’ı Kırım Türklerinden temizlemeye yönelik sistematik baskı ve zulümler Rus işgali ile başlamış, Kırım Türkleri, kitleler hâlinde Ak Topraklar olarak adlandırdıkları kardeş ve soydaş Anadolu’ya ve o dönemde Osmanlı toprağı olan Dobruca’ya göç etmişlerdir. 1900’lü yılların başında göç edenlerin sayısı 1,5 milyon, Kırım’da hayat mücadelesi verenler ise 300.000 kişiye ulaşmıştır.

Her şeye rağmen, 20. yüzyılın başlarında bütün Türk Dünyasını etkileyen bir Milli uyanışı başlatan ve Aralık 1917 tarihinde de Türk ve İslam dünyası tarihinde ilk olarak bir cumhuriyeti hem de gerçek demokratik bir parlamentoyu kuran Kırım Türkleri, bunun bedelini işgal altında oldukları Sovyet hâkimiyeti altında tarifi imkansız bir zulüm, baskı, kıyım ve işkencelere maruz kalarak ödeyeceklerdi.



İkinci Dünya Savaşı’na kadar ve savaş yıllarında Kırım Türkleri, gördükleri eza, baskı, işkence ve ölümlerle tükenişin eşiğine gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonunda Müslüman ve Türk düşmanı kızıl diktatör SSCB Devlet Başkanı Stalin, Kırım Türklerinin savaş sırasında Almanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle top yekûn sürgün kararı almıştır.



Emir, 18 Mayıs 1944 gecesi Kırım Türklerine iletildi. İki saat içerisinde, evlerinden hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları köyün, kasabanın, şehrin meydanında toplanmaları isteniliyordu. Aynı gece Kırım Türklerinin evlerine zorla giren Kızıl ordu askerleri 10 dakika içerisinde evlerini terk etmelerini emrediyordu. Evini terk etmek istemeyenler zorla götürüldü. Direnenler, dipçik darbeleriyle hemen oracıkta öldürüldü. Çığlıklarla inleyen gökyüzünün karanlığını delmeye çalışan güneş, kana bulanmış Kırım topraklarına ilk ışıklarını gönderirken, 423.100 kişiden oluşan Kırım Türkleri, hayvan taşınmasında kullanılan tren vagonlarına, âdeta istif eder gibi yerleştirildiler. Vagonlara doldurulanların 57.000’i 0–5 yaş arası çocuk, 68.000’i ise 60’ın üzerinde yaşlı insanlardı.



Ertesi gün, Arabat bölgesinde bir köyde, 150 civarında Türk’ün unutulduğu anlaşıldı. Haber Stalin’e ulaştırıldığında emir verdi: ‘Bunların işini 24 saat içerisinde bitirin !’ Emir yerine getirildi: Bebek, çocuk, kadın ihtiyar ve genç köy halkı, küçücük bir tekneye dolduruldu. Tekne, kıyıdan bir-kaç mil açılınca batırıldı. Karadeniz’in hırçın dalgaları soydaşlarımıza mezar oldu. Türklerle birlikte Kırım’da yaşayan Musevî dinine mensup Türkler ile aynı dine mensup Yahudiler de sürgün edildiler. Çünkü bu iki gruba mensup insanlar, Kırım Türkleri ile iyi ilişkiler içerisinde idiler.

Bu sürgün Kırım Türkünün vatanından başka topraklara götürme anlamına gelmiyordu. Açıkça Kırım Türkünün toptan imha edilmesini amaçlıyordu. Yapılanlar tarihin o güne kadar yazmadığı bir vahşet uygulaması idi. Bu sürgün 300’den fazla insanın doldurulduğu hayvan vagonları içinde, bir aydan fazla süren yolculuk sırasında, kimsenin vagonlardan inmesine asla izin verilmeden, hiç kapıları açılmadan, hiç yemek verilmeden, cesetler dahi boşaltılmadan gerçekleştiriliyordu. Her türlü ihtiyaçlar, vagon içerisinde karşılanıyor, ölenlerin cesetleri kokmaya başlayıp esasen zor teneffüs edilen hava, tehlikeli ölçüde zehirlenince, pencerelerden rast gele atılıyordu. Yolculuk sırasında 195.371 kişi ölmüştü.



Bu talihsiz insanların kalan kısmı, Kabartay, Sibirya, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’a böylesine felaket bir yolculuktan sonra ulaştılar. Sürgün yerlerine varıldığında nüfusun yarısı feci şekilde hayatlarını kaybetmişlerdi. Özbekistan’a gelenler, daha önceden hazırlanmış ve tembihlenmiş Özbek Türkleri tarafından taşlandı. Yaralananlar ve ölenler oldu. Hayatta kalmayı başarabilenlerin % 3’ü, çok kötü şartlar altındaki hayata dayanamadı. Açlık, sıtma, verem ve diğer hastalıklar sebebiyle ilk altı ay içerisinde öldü. Geri kalanlar, farklı iklim şartlarındaki sürgün bölgelerinde can, mal ve kültürel değerlerini korumaları engellenerek âdeta açık hava hapishanesi şartlarında yaşamaya mahkûm edildiler. Uzun yıllar bomboş Orta Asya çöllerinde pek çoğunun galip çıkamadığı bir hayatta kalma mücadelesine girdiler.



Sürgünlerin Kırım’a dönmelerini bırakın, onlara vatanlarını hatırlatacak her türlü işaret dahi kesinlikle yasaklandı. Kırım Türkleri ile ilgili bütün bilgiler, tarihleri dahi hiç var olmamışçasına kitaplardan çıkarıldı. Kırım’da Türklere ait olan hemen hemen bütün eserler yok edildi. Kırım’a, vatanına dönme teşebbüsünde bulunan sayısız Kırım Türk’ü çok ağır ceza ve işkencelere maruz kaldılar. Bulundukları yerleşim alanının dışına çıkmaları yasaktı. Eğitim görmeleri engelleniyor, kültürlerini korumalarına izin verilmiyordu. Kırım şivesiyle konuşanlar, şarkı ve türkü söyleyenler cezalandırılıyordu.



1956 yılında Krusçev’in Stalin dönemini karalama kampanyasını başlatması ile birlikte Kırım Türkleri, rahat nefes alma imkânı bulabildiler. Kültürel organizasyonlarına ve eğitim görmelerine izin verildi. Bundan cesaret alan Kırım Türkleri, vatana dönmek istediklerini ilgililere duyurmaya başladılar, Kremlin’e temsilciler gönderdiler. 1960’lara gelindiğinde sürgündeki Kırım Türklerinin millî mücadelesi bir kitle hareketine dönüşmeye başladı. Miting ve protesto toplantıları düzenlendi. Toplantılara katılanlar ağır şekilde cezalandırıldı. 23 Nisan 1978 günü Musa Mahmut isimli bir Türk, soydaşlarına yapılan haksızlığı protesto etmek için kendisini yakarak intihar etti. Kırım Türklerinin efsaneleşen lideri Abdülcemil Mustafa Kırımoğlu hapse mahkûm edildi.



6 Temmuz 1987’de başlayıp 5 Ağustos 1987’ye kadar devam eden Moskova gösterilerinden sonra, SSCB yönetimi, Kırım Türklerinin vatana ihanet suçlarını kaldırdı. Ancak yurda dönüş izni vermedi.



Kırım Türklerinin tamamen tek başlarına SSCB’ye karşı sürdürdükleri bu inanılmaz mücadele sonunda beklenen izin 1990 yılının Temmuz ayında çıktı. Kırım Türklerinden bir grup, 2-3 ay süren çileli yolculuktan sonra ata yurduna döndü. 1944’e ayrılırken üzerlerindeki elbiselerden ve gönüllerindeki vatan aşkından başka hiçbir şeyleri yoktu. Dönüşte; ceplerinde diplomaları, altlarında arabaları, cüzdanlarında az veya çokça bir paraları vardı. Kimi inşaat mühendisi, kimi doktor, kimi müzisyen olarak meslek sahibi olmuştu. Vatana döndükten sonra aylarca naylondan yapılmış çadırlarda yaşadılar. İmkânı olanlar kendi evlerini kendileri inşa ettiler. Olmayanlar, zor şartlar altında, fakat vatanda olmanın huzuru içerisinde yaşamaya çalışıyorlar.



Günümüzde Kırım, Ukrayna ile Rusya arasında ortaya çıkan çelişkinin, çatışmanın merkezini ve başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bu yerel gibi gözüken ama aslında küresel olan olaya baktığımızda bir tarafta Ukrayna ve Ukrayna’nın arkasındaki Batı dünyasını, diğer tarafta ise Rusya ve Rusya’nın örgütlemek istediği Avrasyacı politik çizgiyi görürüz. Avrasyacı politik çizginin teorisyeni olan ve Putin’in teorisini yapan Aleksandır Dugin; Kırım nüfusunun büyük çoğunluğunu Molda-Rusların oluşturduğunu, bunun yanında % 15 kadar Tatar nüfusunun yer aldığını kabul ederek, Tatarların stratejik bir güç olarak kabul edilmeyeceğini ama buna karşılık da stratejik analizde gözardı edilemeyeceğini vurgular.

Kırım, Rusya ve Ukrayna arasında çelişkinin olmadığı Stalin sonrası dönemde Ukrayna’ya bağlanmıştır. Fakat günümüzde Rus donanması Karadeniz’de Rusya çıkarları için vazgeçilmez askeri bir araçtır. Bu Rus donanması Kırım Sivastopol’de demirlemiştir. Rusya bu donanmanın askeri gücüne, Kırım’daki Molda-Rusların paramiliter örgütü Kazak milislerine ve Molda-Rus çoğunluğa dayanarak Tatarların da razı edilmesi ile Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılarak özerk bir devlet olmasına yönelik bir politika izlemektedir. Bir başka deyişle Kırım’ın Ukrayna’dan koparılması adımını Kırım’ın özerkleştirilmesi adımı ve Kırım’daki Rus çoğunluğuna dayanarak Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sürecini başlatma stratejisi Avrasyacı strateji olarak Dugin tarafından ileri sürülmektedir. Ukrayna ise Tatar politikasını Batı çizgisinde tutarak Kırım’ın Ukrayna’da kalması için Tatarları bir araç olarak görmektedir. 90’lı yıllarda Perestroyka ve Glasnost dönemlerinde Tatarların Kırım’a dönme izni çıkmasına karşılık Ukrayna, Tatarların Kırım’a yerleşmesine karşı çıkmıştır. Günümüzde Ukrayna’nın Tatar politikasına destek olmasına tarihsel perspektifte bakıldığında bunun taktik olduğu görülür. Bu taktiğe göre Tatarlar, Rusların önüne bir set gibi çekilmektedir. Bu politika 1917 Devrimi öncesi de hayata geçirilmiş bir politikadır. Yani Ukrayna Meclisi Başkanı (RADA) Petlura’nın ismiyle tanımlanan Ukrayna milliyetçiliği Petluracılık Kırım’da kök bulmuş ve bu anlamda Cafer Seyit Ahmet aracılığı ile Kırım-Tatar hareketi Ukrayna milliyetçiliğinin kuyruğuna bağlanmıştır.

Bir zamanlar Tatarların hüküm sürdüğü Kırım’ın 2.5 milyon civarındaki nüfusunun sadece 300 bini Tatar. Kırım'da televizyon’da Rus ve Ukrayna kanalları yayında ve Tatarca hiçbir program yok. Asırlarca bu bölgeye hüküm etmiş bir milletten geriye hiçbir şey kalmamış. Bu bölgede korkunç bir soykırım ve vahşet yaşanmış.

Rus ve Ukrayna donanması Akyar körfezinde konuşlanmış. Türkiye’yi sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan dünya, Rusya’nın Tatar ve Kafkas halklarına uyguladığı soykırımı acaba neden görmüyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder