Pages

29 Şubat 2012 Çarşamba

Haçlı Seferinin Yıkımı


Ortadoğu'ya yapılan Haçlı Seferleri
Kudüs, 1095

Her şey ideallerin en asiliyle, sözde barbar kafirlerin elinde olan kutsal toprakları kurtarmak arzusuyla başladı. Bununla da bin yıl süren savaşlar ve bugüne kadar artan bir şiddetle gelen ve tehdit eden, her an patlamaya hazır bir bomba ortaya çıktı. Ama bu idealizmin arkasında daha pratik ve ticari sebepler vardı.

Avrupa'dan her yıl binlerce turist bölgeyi ziyaret etmeye gidiyor ve ticareti canlandırıyorlardı. Avrupalılara ilaveten, yedinci yüzyılda Bizans İmparatorluğu'ndan Kutsal Toprakları alan Araplar da bölgeyi aynı şekilde kutsal sayıyorlar, Kudüs'ü Mekke ve Medine'den sonra üçüncü kutsal şehir kabul ediyorlardı. 

11. yüzyılda daha dindar bir görüşe sahip olan Selçuklu Türkleri bölgeye geldiğinde işler biraz kızışmaya başladı. Artık, ara sıra turistlerin saldırıya uğradığı oluyor, yeni vergiler ödemek zorunda kalıyorlar, katırları kaçırılıyor ve cinayetlere kurban gidiyorlardı. Elbette, Avrupa'ya bunların haberi geliyordu. Yapılan haksızlıklar anlatıla anlatıla abartılı boyutlara varıyordu. Ama aynı şekilde bir gemi dolusu Müslüman on birinci yüzyıl Paris'ine ya da Londra'sına gelmiş olsaydı, başlarına neler geleceğini ancak Allah bilir. 

Konstantinopolis şehrinin karşı karşıya kaldığı tehlike, endişeyi daha da artırdı. Selçukluların Kudüs'ü almasından bir sene önce, 1071'de Bizans ordusu Malazgirt Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğramıştı. Sonraki yirmi sene boyunca Türkler Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemişlerdi. Öyle ki artık Konstantinopolis bile güçlü bir saldırı karşısında teslim olacak gibiydi. 

Bizans imparatorları, özellikle papaya mektup yazarak Batı'ya acil yardım çağrılarında bulunmaya başladılar. Katolik kilisesi ve Bizans İmparatorları arasındaki ilişki yüzyıllardır gergindi. Aralarındaki en önemli anlaşmazlık imparatorun papanın üstünlüğünü kabul etmemesiydi. Yaklaşan Selçuklu tehlikesiyle imparator köşeye sıkıştı ve papayla anlaşmayı kabul etti. Ayrıca, eğer Konstantinopolis düşerse Avrupa'nın kapılarının açılacağını ve yakında Orta Avrupa'nın savaş alanına döneceğim söyleyerek ikna etti. 

Sonunda, Papa II. Urban, tabii başka nedenlerin de etkisiyle 1095'de harekete geçti. Bizanslıların öne sürdüğü gibi, şehrin Avrupa savunmasında bir ön cephe olmasının ne denli önemli olduğunu anladı. Ayrıca ortalıkta boşta gezen çok fazla zırhlı şövalye vardı ve sadece şiddet kullanmayı biliyorlardı. 11. yüzyıl Avrupa'sında baş gösteren sıkıntı, bazı açılardan günümüzün kentlerinin başına bela olan silahlı çetelerin durumuna benziyor, silahsız birçok kişi arada kalıyordu.

Katliamın önüne geçemeyen papanın aklına bir çözüm yolu geldi. Madem birbirlerini öldürmelerini engelleyemiyordu, belki de onları kafirlerin üstüne salmak daha akıllıca bir fikirdi. Hıristiyan olmayanları Tanrı adına öldürmek günah değildi, saldırgan enerjilerini kullanabilirlerdi ve bu arada daha da önemlisi şiddet başka bir yerde olurdu. Sonunda, Kutsal Toprakları kurtarmanın çok iyi olacağına ve Tanrının zaferine hizmet edeceğine karar kıldı. 

Böylece, II. Urban 1095'de yaptığı ateşli bir konuşmayla Kutsal Toprakları kurtarmak için Kutsal Savaş ilan ettiğini açıkladı ve o zamana kadar tahmin edilemeyecek büyüklükteki saldırgan bir kitleyi serbest bıraktı. 

11. yüzyılda lojistik destek sağlamadaki en büyük sıkıntı insan toplamak olduğundan Urban, haçlı seferinin, profesyonel askerlerin yardımıyla iyi düzenlemiş, yirmi, otuz binden fazla olmayan küçük bir ordudan oluşacağını sanıyordu. Maalesef birkaç ay içerisinde Keşiş Peter'in yönetiminde neredeyse yüz bin kadar köylü kendi Halk Haçlı Birliği'yle yola çıktı. Peter, kullandığı düz bir mantıkla hayli ikna ediciydi; Tanrı'nın basit insanları sevdiği için, Kutsal Toprakları kurtarma onurunu de kesinlikle onlara bahşedeceğini anlatıyordu.

Bu güruh Macaristan'a girdiği zaman bir kısmı çoktan açlıktan kırılmaya, diğer kısmı da çapulculuğa başlamıştı. Konstantinopolis'e geldiklerinde imparator, hiç bekletmeden köylüleri hemen Anadolu'ya gönderdi. Orada kendilerini beklemekte olan Türkler tarafından da hemen kılıçtan geçirildiler. 

İlk haçlı seferi 1097'de Konstantinopolis'e geldiğinde çok korkmuş imparator Alexius'la karşılaştılar. Yüz bini aşan sayıları ne bir düzenlemeyi, ne de yiyecek sağlamayı mümkün kılıyordu. İmparator, kendisine sadakat yemini edecek ve esas amacı doğrultusunda, yani Anadolu'yu geri almak için savaşacak küçük, profesyonel bir birlik istemişti. Kutsal Topraklar her zaman sadece ideal bir amaç olmuş, ama bunun başarılabileceğine kimse inanmamıştı. Şimdiyse on binlerce kavgacı, disiplinsiz şövalyeyle, serflerle ve kibirli prenslerle karşı karşıya kalmıştı. Bunların çoğu da daha birkaç sene önce Bizanslılara karşı savaşmışlardı. 

Bu kalabalığın eline fırsat geçerse kendi tacını başından alacaklarından korkan imparator, şehrin kapılarını kapattırdı. Haçlılar da Bizanslılardan hiç hoşlanmıyorlar ve güçlü olmalarından nefret ediyorlardı. Bu kadar yolu, sadece bir imparatorun kişisel çıkarları uğruna savaşmak için gelmemişlerdi.

Kutsal Toprakları almak, böylece bütün günahlarını affettirmek ve bu uğurda ölüp şehit olurlarsa cennete kesin bir gidiş bileti elde etmek istiyorlardı. Bizanslılar bu yeni orduyu beslerken sıkıntılı bir zaman geçmeye başladı. Haçlı askerleri bir şekilde çıkar sağlamanın yollarını hızlandırmayı düşünmeye başladılar. Yüksek amaçları yavaş yavaş arka planda yerini alıyordu.

Sefer sözüm ona Bizanslıların yönetiminde bir sonraki bahar başladı. Sonraki iki sene çok kanlı geçti. İklim ve bölge Fransız, Alman ve İngiliz askerlerine tamamen yabancı olduğundan büyük sıkıntılar çekildi. Yakıcı sıcaktan ve savaşlardan adamların en azından üçte ikisi yolda öldü. Sonunda, neredeyse üç sene sonra hedeflerine, Barış Prensinin Kutsal Şehri olan Kudüs'e vardılar. 

Çatışma başladı, surlarda gedikler açıldı. Böylece tarihin en kötü ve en kanlı katliamlarından biri, şehirdeki hemen hemen herkesin kılıçtan geçirilmesiyle gerçekleşti. Saldırganlar ruhlarının ebedi kurtuluşla korunduğuna inandıklarından kentin yarısından fazlasının Yahudi ve Hıristiyan olması onları pek etkilemedi. 

Böylece Birinci Haçlı Seferi sona erdi. Çarpışmaların devam etmesine rağmen seksen yıl boyunca Kutsal Topraklar Haçlı eyaletlerine bölündü. Papanın planıyla aslında Kutsal Topraklar kurtarılmıştı, ama bu uğurda yüz binlerce insan canından olmuştu. 

Ama bu arada durum giderek kötüleşiyordu. Tarihçiler olayları belli gruplarda sınıflandırmayı sevdiklerinden daha sonra kitaplarda İkinci Haçlı Seferini, Üçüncü Haçlı Seferini okuruz. Halbuki hepsi birbiriyle bağlantılı bir sürecin parçasıdır. Bölgeye, iki yüzyıldan fazla bir süre Haçlı Seferleri yapıldı. Bazıları gerçek dini duygularla, bazıları da günahlarının affolunması için gidiyordu. Ama büyük bir kısmını ilgilendiren, toprak ya da elde edecekleri ganimetlerdi. 

12. yüzyıl boyunca Fransa'dan, hatta Norveç'ten ve Danimarka'dan bile haçlılar geldi. İskandinavya'dan gelenlerin çoğu Kudüs'e varabilmek için Rusya büyüklüğünde yol kat ettiler. Art arda süren saldırıların en ünlüsü, efsanevi Aslan Yürekli Rişar'ın yürüttüğü Üçüncü Haçlı Seferi'ydi. 

Üçüncü Haçlı Seferi, gerçekten de akla yatkın bir sebeple başladı. 1187'de, kendi Müslüman Haçlı Seferi'ni yapan Selahaddin Kudüs'ü Hıristiyanların elinden geri almıştı. Batılı güçlere yapılan bu hakaret karşısında İngiltere, Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu kralları, eski anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak kutsal seferde bir araya geldiler. 

Rişar altı yıldan fazla savaştı. Savunma o kadar kuvvetli ve akıllıcaydı ki, ancak bir kere Kudüs yakınlarına gelebildiler. Sonunda en iyi şeyi yaparak bir barış anlaşmasında karar kıldılar. Anlaşmaya göre, Batılı turistler Kutsal Şehir'i ziyaret edebileceklerdi. Rişar ülkesine geri dönerken yolda bir düşmanı tarafından pusuya düşürüldü. Aslında İngilizler, Rişar'ı kaçırana teşekkür bile edebilirlerdi. Çünkü efsanevi olmasının bir nedeni de tahta çıktığından beri İngiltere'ye ayak basmamasıydı. İngiltere onun için dipsiz bir para kuyusu ve asil amaçlarını gerçekleştirmek için adam yollayan bir yerdi.

Sonunda ülke iflas etti ve kendisi için istenilen fidyeyle daha büyük bir maddi sorun yarattı. İşin en garibi, John kardeşini kurtarmaya çalışırken ülkenin kötü bir durumda olmasının tüm suçu onun omuzlarına yükleniyordu. Rişar ülkesine döndüğünde, yeni bir ordu hazırlıklarına girişerek ülkeyi daha da fazla borca soktu. Sonra da eski müttefiki Fransa'ya saldırdı ve kısa bir süre içinde orada öldürüldü. John, hükümdarlığı boyunca yapılan zararı onarmakla uğraştı ve daha da kötü bir üne sahip oldu. 

Haçlı Seferleri hala devam ediyordu. Bir sonraki yüzyılda bir düzineden fazla sefer düzenlendi; bunların arasında en yıkıcı olanı Dördüncü Haçlı Seferi'dir. Fransa'dan yola çıkan ordu Venedik'te ulaşım aracı ararken yine tarihte görülmemiş bir "iyi fikir" bulundu. Diplomatik zekalarıyla ünlü Venedikliler, Fransızları Kutsal Topraklara götürmeden önce kendi çıkarları için Zara'yı (bugünkü Zadar) Macaristan'dan geri almak için ücretli asker olarak kiralamak istediler.

Fransızlar bu anlaşmayı kabul ettiler. Zara geri alındı ve yağma edildi. Bunun sonucunda Papa tüm orduyu aforoz etti. Ondan sonra her şey kötüye gitmeye başladı. Venedikliler, kiralık ordularına şimdi de Bizans'taki zenginlikleri anlatmaya başladılar. Bizans İmparatoru'nun tahttan indirilen bir akrabasına yardım etmek amacının arkasına sığınan Haçlılar Konstantinopolis'e girdiler. Şehri yakıp yıktılar, yağmaladılar ve nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü katlettiler. Sonra da tahta kukla bir imparator oturttular.

Haçlıların esas amacı olan Konstantinopolis'i Türklere karşı korumak tamamen bırakılmıştı ve bu hain saldırının Avrupa'ya da zararı çok büyük oldu. Sonunda, eski Bizans İmparatorluğu ailesi yavaş yavaş bu kadim şehrin tahtına tekrar geçti, ama artık eski güç ve pırıltının sadece gölgesi vardı. İmparatorluğun çöküşü ise baştakilerin o andan itibaren takındığı tutum yüzünden hızlandı.

Dördüncü haçlı ordusu savaştan elde ettikleriyle geri döndü. On yıl sonra papa tekrar denedi. Bu ordu Mısır'da bir saldırı üssü oluşturmaya çalıştı. Bu, sıradışı bir plandı ve sonunda Nil deltasının salgın hastalıklarla dolu ortamında gerçekleşmesi mümkün olmadı. 

Ama yine de çaba gösterildi. 1260'larda bölge Moğol istilasına uğradığında savaşçı olarak yetiştirilen kölelerden gelen bir hanedan, Memlükler Mısır'ı yönetiyordu. Kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden haçlılarla işbirliği yapma eğilimindeydiler. İki taraf da yakında oraya ulaşması beklenen Moğollara karşı haçlılarla birleşmek istiyordu. Ancak buna gerek kalmadı çünkü Moğollar Kudüs'ü geçtikten sonra geri çekildiler. 

En korkunç haçlı seferlerinden biri çocukların katıldığı haçlı seferiydi. Avrupa'nın ortaçağdaki şehirleri yetim ve öksüz çocuklarla doluydu. Bazı insanlar, yetişkinlerin yapamadıklarını, çocukların yapacaklarına inanıyordu. Çünkü günahsız oldukları için, kutsal topraklara ilerlerken tanrı onları koruyacaktı. Binlerce Avrupalı çocuk yollara döküldü. Yol boyunca hayatta kalmak için de dileniyor ve hırsızlık yapıyorlardı.

Kilise çocukları vazgeçirmek için çaba gösterdiyse de masum bir şekilde kendilerini ortaya atmalarına hiçbir şey engel olamadı. İtalya kıyılarına ulaşan çocuklar toplandı ve liderler gemi sahipleriyle çocukları kutsal topraklara götürmeleri için anlaştı. Ama bu çocukların hepsi gemilere yüklenip Kuzey Afrika'ya götürüldü. Orada da köle olarak satıldı. 

Haçlı seferlerinden birinde ise Fransa'nın dışına bile çıkılamadı. Fransız kralı papayla işbirliği yapıp ülkenin güneyinde yaşayan Albigenlere karşı bir kutsal savaş ilan etti. Kuzeyde yaşayan binlerce Fransız asilzadesi de bu savaşa katıldı. Oluşturulan güç Provence bölgesine girdi ve Albigen olanları da olmayanları da öldürdü ve topraklarını ellerinden aldı. 

Haçlı ruhu sonunda 14. yüzyılda, Kudüs'ün Memlûk ve Osmanlı saldırılarına karşı koyamayıp düşmesiyle son buldu, yüzyıl savaşları, İtalyan şehir devletlerinin anlaşmazlıkları ve Büyük Salgın Haçlı Seferlerini bitirdi. Sonuç korkunçtu. Bizans İmparatorluğu darmadağın oldu. Yüz binlerce insan öldü ve Müslümanlar Avrupalıları mutlaka püskürtülmesi gereken işgalciler olarak görmeyi öğrendi. Savaş ve özgürleşmenin ardındaki olumlu fikirler her zamanki gibi hırsa, idealizm çılgınlığına, dinsel bir nefrete; zalim ve uzun bir acıya dönüştü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder